"Oruç sırf Benim rızâm için edilen bir ibâdettir. Onun mükâfatını da Ben veririm..." Hadîs-i Kudsî
Oruç Nedir?
Oruç, imsak vakti dediğimiz ferc-i sâdık (ikinci fecir) zamanından güneşin batışına kadar geçen süre içinde hiçbir şey yememek, içmemek, cinsî muamelede bulunmamak demektir.
Oruç, kelime olarak, Farsçadan Türkçeye girmiş bir isimdir. Kelimenin aslı "ruze"dir. Türkçede "oruze" şeklinde kullanılırken, zamanla "oruç" hâlini almıştır. Arapçadaki karşılığı savm ve siyâm kelimeleridir.
Oruç tutmaya imsâk de denir. İmsâk, nefsi, meylettiği şeylerden uzak tutmak, onları yapmamak mânasındadır. İmsâkin mukabili iftar kelimesidir ki, oruç açmak, oruç bozmak mânalarına gelir.
Orucun Hükmü
Oruç tutmak, İslâm'ın dayandığı 5 temel esastan birisidir. Aynı zamanda, İslâm şeâirlerinin de büyüklerindendir. Medine'de hicretten 1.5 yıl sonra, Şaban ayının 10. günü farz kılınmıştır. Farziyyeti, Kitab, Sünnet ve İcma' ile sâbittir.
Kur'an'da şöyle buyurulmaktadır:
"Ey îman edenler! Sizden evvelki (ümmet)lere borç olarak yazıldığı (farz kılındığı) gibi, sizin üzerinize de Oruç tutmak yazıldı (farz kılındı)." (el-Bakare, 183).
Oruç da namaz gibi bedenî ibâdettir. Bu ibâdetin en başta gelen özelliği, insanları kötülüklerden alıkoyması, nefsin azgın istek ve arzûlarını gemlemesidir. Hadîs-i şerîf'te şöyle buyurulur:
"Oruç bir kalkandır (oruçluyu beşerî ihtiraslardan, kötülüklerden korur). Oruçlu kimse, cahillik edip kötü söz söylemesin. Oruçlu, kendisiyle dövüşmek, itişip dalaşmak isteyen kimseye, sadece 'ben oruçluyum' desin."
Orucun insanı kötü meyillerden koruması sebebiyledir ki, Resûlüllah Efendimiz bekâr gençlere, şehevî hislerin baskısından kurtulmak için oruç tutmalarını tavsiye etmiştir. Orucun şehevî duyguları teskîn ettiği, bugün ilmen de kabûl edilen bir gerçektir.
Oruç ayı geldiği zaman cem'iyette suç işleme nisbetinde umumiyetle bir düşüş görülür. kötülükler asgarî hadde iner. Buna mukabil hayır-hasenat çoğalır. Ferdler arasında candan bir kaynaşma ve muhabbet hâsıl olur. Karşılıklı yardımlaşma, dayanışma artar. Orucun bu içtimaî te'sirinin sebebini Resûlüllah Efendimiz şu hadîs-i şerîfleriyle beyan buyurmuşlardır:
"Oruç ayı Ramazan geldiğinde, Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır ve bütün şeytanlar da zincire vurulur."
Orucun Allah katındaki büyük değer ve kıymeti, bir hadîs-i kudsîde şöyle belirtilir:
"İnsanoğlunun işlediği her hayır ve ibâdet(te) kendisi için (bir haz ve menfaat endişesi var)dır. Fakat oruç böyle değildir. Oruç sırf Benim rızam için edilen bir ibâdettir. Onun mükâfatını da Ben veririm."
Diğer bir hadîs-i kudsîde ise şöyle buyurulur:
"Her iyiliğe karşı, 10 mislinden 700 misline kadar mükâfat vardır. Ancak orucun mükâfatı bu ölçünün dışındadır. Çünkü o Benim içindir. Onun mükâfatını ancak Ben veririm."
Bu ifadelerden anlaşılıyor ki, her hayır ve ibâdet için 10 haseneden 700 haseneye kadar belli bir sevab takdir edildiği halde, oruç için sevab miktarı hudutsuz tutulmuştur. Onun mükâfatını takdir etmeyi de, Allah Teâlâ meleklerine bırakmayıp kendi Zât-ı Akdesine saklamıştır. Bu yüzden mü'minler kıyâmet günü, tutmuş oldukları oruca karşılık, hiç ummadıkları miktarda büyük sevablar ile karşılaşabileceklerdir. Resûlüllah Efendimiz bu hususa şu şekilde işaret buyurmuşlardır:
"Oruçlunun iki sevinci vardır: Birisi, iftar vaktindeki (oruç açmak) sevinci; diğeri, Rabbine kavuştuğu zamanki orucu(nun mükâfatı) ile sevincidir."
Oruç tutan kimselerin nâil oldukları yüksek fazilet ve şerefli mevkie bâzı hadîslerde şu şekilde işâret buyurulur:
"Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan kıyâmet gününde (Cennete) yalnız oruçlular girerler. Onlardan başka hiçbir kimse giremez. (Kıyâmet gününde) "Oruçlular nerede?" diye nidâ edilir. Oruçlular kalkıp girerler. Oruçlular girdikten sonra da kapı kapanır, artık hiç kimse o kapıdan içeri giremez."
"Allah'a yemin ederim ki, oruçlu ağzın açlık kokusu, Allah katında, misk kokusundan daha hoş, temiz ve daha sevimlidir."
"Üç kimsenin duası reddolunmaz:
1 - İftar edinceye kadar oruçlunun,
2 - Adaletli devlet reisinin,
3 - Mazlumun."
OKUMA PARÇASI
ORUÇ VE SABIR
"Oruç sabrın yarısıdır. Sabır ise, îmanın yarısı..." (Hadîs meâli).
Oruç, Müslümanın sabır idmanıdır. Sabır ise ruhu temizleyen ve irâdeyi terbiye edip nefse hâkimiyet kazandıran bir iç cehdidir. Orucun psikolojik ifadesi budur. Ferd, irâdesine sâhip ve nefsine hâkim olma fazîletini sabırla elde eder. Sabır ferdin metânetini arttırır ve ruhunu sabûr olan Allah'a yükseltir.
Sabır, insanî kemâl ve fazîletin başı olduğu gibi, her hayırlı muvaffakiyetin de sırrıdır. Harbde sabreden kumandan kazanır. İlim ve san'at yolunda sabreden, âlim ve san'atkâr olur. Ticârette, siyâsette, hulâsa, hayatın her sahasında muvaffakiyet, sabrın mükâfatıdır. Deha böyle "uzun bir sabrın meyvesidir."
Sabır, insanda iki şekil alır: Biri, elem ve kedere tahammül, diğeri de arzû ve iştihalara mukavemettir. Oruçta bu iki şeklin ikisi de mevcuttur. Körük ağzında demir döven oruçlu bir mü'mini düşününüz. Bu kâmil insan, bir taraftan açlık ve susuzluğun elemine sabrederek çekici ile kızgın demiri döverken, öbür taraftan da arzû ve iştihalarına direnmek suretiyle hırçın nefsini dövüp terbiye etmektedir. Bunun içindir ki sabır fazîleti, Kur'ân-ı Kerîm'in müteaddid âyetlerinde övülmüş ve "Allah sabreden kullarıyla beraberdir" buyurulmuştur. Ayrıca Peygamber Efendimiz de sabrı "îmanın yarısı" olmakla tavsif buyurmuşlardır. Sabra götürdüğü ve bu fazîletin iktisabına en müessir bir vâsıta olduğu içindir ki, oruç Müslümanlara farz kılınmıştır.
Sabretme fazîletiyle bezenmiş bir mü'minin, en kötü işler ve hâdiseler karşısında bile ümidsizlenip nefsine hâkimiyeti sarsılmaz. Bu sebebdendir ki mü'minler arasında intihar vak'ası görülmez. Çünkü intihara götüren başlıca sebeb, ümidsizlik, bezginlik, kısaca, sabırsızlıktır. "Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz" emrine inkıyâd eden mü'mini ümidsizliğe ve bezginliğe düşürecek dünya hâdiselerinden hiçbir hâdise yoktur. Mü'min en kötü hâdiseyi bile sabır silâhı ile karşılamağa dâima hazırdır. Oruç sayesinde bu hususta kâfi derecede idmanlıdır.
Buna mukabil sabır fazîletinden mahrum olan bir kimseyi, ömrünün her ânında ya hastalık veya ölüm tehlikesi beklemektedir. Böyle bir insanı aldığı âni bir âcı haber, karşılaştığı kötü bir vaziyet birden yere serebilir.
Zamanımızda şeker, kalb ve tansiyon hastalıklarının alabildiğine arttığı malûmdur. Bu artışın sebeblerinden biri ve hekimlerin dediğine bakılırsa en ehemmiyetlisi; üzüntü, huzursuzluk, yâni, sabırsızlıktır. Her gün nâhoş vaziyetlerle karşılaşan günümüz insanları sabır fazîletinden mahrum oldukları için, içlerini kemirmekte ve çok sevdikleri hayatı kendilerine zehir edip hastalanmaktadırlar.
En yakın ve sevdiği bir kimsenin ölüm haberini alan bir mü'minin sabırlı ve cesaretli bir edâ ile "Hepimiz Allah'ın inâyeti ile vâr olduk ve hepimiz dönüp Allah'a gideceğiz" meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyarak sükûta varması ne ulvî bir levhadır. Bir de bunun yanında feryâd edip saçını başını yolan münkirin perişan hâlini düşünürseniz, sabrın insan hayatı için ehemmiyetini anlarsınız.
Her nimet gibi ahlâkî fazîletler de cehd ile ve eleme tahammül idmanıyla elde edilir. Sabır fazîletinin idmanı da, İslâm'ın farz kıldığı oruçtur.
(Ali Fuad Başgil, Yeni İstiklâl - 1962, sayı: 60-62)